Kalanlar da Ölüyor.

Umut etmeye başladığım her an yeni bir bomba patlıyor burada
Güzellikler göreceğiz çocuklar güneşli güzel günler klişe umuduyla günümü geçirirken patlıyor bir bomba daha
Zorlu günlerden dönüşüme ayağıma helikopterler destek olurken patlıyor bir bomba daha
Kurtulacağım kısa sureli anlar yaklaşınca patlatıyor birisi bir bomba daha 

Öğreniyorum Veli ölmüş
Kimdir bu Veli bilmem
Abdurrahman ama çocuğunun adı çok iyi bilirim onu 
Küçük mavi dinozorunu ararken Sevgi'nin ağlamalarını duymaz 
Sevgi yüzüme kapıyı kapatmaya çalışır arkamda yeşil kahverengi üniformalar görünce 
Biliyordum diye bağırır Sevgi odanın ortasında 
Taşındığı evin daha ikinci kez dip köşe temizlik yaptığı gün koltukta ağlar Sevgi 
Dinlemez kimseyi Sevgi güvenir bana sürekli ne zaman görebileceğim Veli'yi der 
Veli'nin ölmesine soyut anlamlar şerefli söylemler eklemeyen tek kişiye güvenir Sevgi çünkü 
Şerefli bir yani yoktur der Sevgi 

Öğreniyorum Mesut ölmüş 
Bir bomba patlıyor 
Bolu'da başka bir Sevgi odanın ortasında ''Biliyordum'' diye bağırıyor
Öğreniyorum Ahmet ölmüş 
Bir bomba patlıyor 
Erzurum'da başka bir Sevgi odanın ortasında ''Biliyordum'' diye bağırıyor

Öğreniyorum Zübeyr ölmüş 
Kimdir bu Zübeyr bilmem 
Onun da Abdurrahman'ı var, hem de iki tane 
Bir Abdurrahman kitaplarını yırtmaya çalışıyor şu anda 
Diğer Abdurrahman oyuncak pembe makyaj çantasını kaldırmaya çalışır 
Çünkü Zübeyr'in de Sevgi'si var bir tane 
Sevgi odada yerlere yatmaya çalışır çünkü 
Beni görür görmez bir rahatlama hisseder Sevgi çünkü 
Üç saattir kapalı bir telefona ulaşmaya çalışmıştı çünkü 
Bir bomba patlıyor bir Sevgi sadece elini tutabileceği bir cesedi görmek için yalvarıyor 
Bir bomba patlıyor bir Sevgi sadece yüzünü okşayabileceği bir cesedi görmek için yalvarıyor

Büyüyememişlerin Arasında.

Ortaokuldaydım en son, bir farklılığı olan kimliğimin ben daha adını koyamadan ''nonoşlarla, toplarla, kızlarla'' anıldığı zamanlar yüzünden kabusa dönmeye başladığını fark ettiğimde.  O zamanlar buna çözümüm agresifliğe, zorbalığa karşı aynı dili kullanmaktı. Agresiftim, kavga ederken beş yumruk yiyorsam en az bir tane de ben atıyordum. Zorbaydım, güçlüler bana hangi yöntemlerle saldırıyorsa ben de benden güçsüzlere aynı yöntemlerle saldırıyordum. Sağlıksız bir öğrenme biçimiydi ama pekiştirilmişti, ödüllendirilmişti, uygulanmıştı.

Ortaokuldaydım en son, benden bir üst sınıf daha ne için okuduğumuzu anlamadığım İstiklal Marşı'nı okurken içindeki tüm politik cümleleri, politik kanları, politik bayrakları silip yerine sadece ''Nonoş Emrahları, Top Emrahları, Kız Emrahları'' doldurup bir ibne marşı yaratarak yanıbaşımda okumuşlardı. Öğrendiğim tek yöntemle saldırdım bu zorbalığa. Yirmi kişilik sınıfın boy sırasının arasına girdim bağırarak, yumruklarımı kime geldiğini düşünmeden sallayarak. Problem bir çocuktum zapt edildim. Problem bir çocuktum rehber öğretmene gönderildim. Problem bir çocuktum aileme şikayet edildim.

Ortaokulu bitirdim, liseyi bitirdim, bir üniversiteye başlayıp bitiremeyeceğimi anladığımda bırakıp başka bir üniversiteye yerleştim. Okudum, tartıştım, kendimi anladım. Büyüdüm kısaca. On beş sene geçti, ortaokulda bastırdığım hangi duygu varsa, ortaokulda sağlıksız bir şekilde öğrendiğim hangi direniş yolu varsa önüme tekrardan sunuldu. Çünkü askerdeyim. Çünkü personelinin beyinlerini yıkarcasına İstiklal Marşı'nın ünlü geçmişini tekrar ettire ettire, azınlıkları, ötekileri yok saya saya, dalga geçe geçe bugüne gelmiş bir kurumda çok uzun zamandan beri adını koyduğum kimliğimin tekrardan ''nonoş, top, kız'' durumuna düştüğünü deneyimliyorum.

Mesleğimi yapıyorum burada. Efsaneleşmiş ''Her şey vatan için''lerle, ''Vatan sana canım feda''larla uğraşmadan zorunlu askerliğini yapan kişilere bir destek olmak, onları dinleyen birisi olmak amacıyla görevlendirildim ve yarısına kadar gelebildim. İnternette isim, rütbe ya da herhangi bir bilgi vermeyeceğime, paylaşmayacağıma dair emirleri her hafta imzaladığımdan ötürü sadece bir grup rütbeli diyebileceğim kişilerin ortaokuldan sonra büyümediğini gözlemliyorum bir süredir.

Sürekli omzumda taşımam gereken bir çantam var çünkü her daim bir not defteri bulundurmam lazım, her daim bulunduğum bu kurumda yapmam gerekenleri başında sonuna kurallar dizisi şeklinde sunan yönetmeliğin olduğu kitapçığı bulundurmam lazım, tüm hayatımın burası olmadığından ötürü de her daim sivil hayatla az sayıda bağlarımdan biri olan en az bir kitap bulundurmam lazım. Taşıdığım bu çantayla helikoptere yetişmeye çalıştığımda ''Ay kıız, makyaj çantanı da hiç eksik etme olur mu.'' diye yorum yapan bir grubu görüp gülüp geçmem lazım. En acımasız yaş grubunun ortaokulda olduğuna inanıyorsak ve yaptığı mesleğin eğlenceli olan tek kısmının başkalarının yanlışlarına, eksikliklerine, farklılıklarına, laf söylemenin olduğu bir iş hayatında kaç yaşında olursa olsun bu insanların ortaokuldan sonra hiç büyümediklerini gözlemleyebiliriz. Çünkü hangi ortaokul öğrencisi başkasıyla dalga geçtiği için kendini kötü hissetmiştir ki?

Beni gördüğü her an, farklı tavırlarımın, farklı görüşlerimin aklındaki şemaya uymadığından ve örgütleme, yeniden şema oluşturma gibi beyinsel bir fonksiyonu olduğundan habersiz bir personelin ''Çok sex yapasım var, bir arkadaşım var travestilere gömüyormuş, o kadar çok sex yapasım var ki kim olduğuna bakmam bile vb.'' yorumları yapmasına gülüp geçmem lazım. Arkamı dönüp ''Hadi gel.'' diyemeyeceğim bir kurumdayım çünkü yüz kızartıcı suç işleyemem. İş arkadaşının farklı tavırlarını ve farklı görüşlerini sadece cinsel organını sokabileceği bir delik olarak görüp ve karşılaştığı her an dolaylı yoldan bunu belirtmek bir yüz kızartıcı suç değil. Çünkü taciz etmek ne zaman yüz kızartıcı suç oldu ki?

Evli ve çocuklu olmamam ''Fitilimin patlamadığı, çadırımı kuramadığım, doğru düzgün kimseyi hoplatamadığım'' şeklinde insanlar tarafından şaka unsuru yapılıp kısır olmak, erekte olmakta zorlanmak, iktidarsızlık gibi cinsel sağlık sorunlarıyla ilgili terimler toplumun standart gördüğü erkek olmamakla bir tutuluyor. Kesinlikle bir sorunum vardır. Ne gerek var soru sorup tanımaya çalışmaya değil mi?

Altyazı.

Barışın romantik dili çok güzeldir, biraz da inanarak sarf edince cümleleri hele.
Bir süredir bulunduğum ortam itibariyle öğle yemeği sırasında birçok yoruma maruz kalıyorum. Haber kanalı açık, Demirtaş ve Yüksekdağ'ın basın toplantısından bir görüntü verilmiş ve sesleri kısılmış duymuyoruz konuştuklarını sadece alt yazıyı görebiliyoruz. ''Demirtaş'ın sonu hapishane mi?'', ''Yüksekdağ terör örgütüne sırtını dayıyor.'' diyerek hepimizi ateşlendiriyor. Yemek yerken içten tükürmeleri duyabiliyorum, küfürleri duyabiliyorum, nefes almadan yemek yerken, ağzından yemekleri saça saça ''orospunun çocukları, pis katiller, şerefsizler, leşleri gelir umarım'' larla ateşleniyor ortam.
Yan tarafımda yemek yerken bir kişi soruyor ''Yeni şehit haberi var mı? Bugün kaç kişi şehit düşmüş?'' diye. Soruyor diğeri ''Bu şehitler sizce kime yarar hocam erken seçim olursa?'' diye. Mantıklı bir şekilde cevap vermeye çalıştığım an hor görülüyorum. Daha geniş bakmamız gereken bir durumun var olduğunu anlatmaya çalıştığımda sesim duyulmuyor, alt yazı çıkıyor önümde ''Bu kalleş şehitleri umursamıyor.'' diye.
Yemekten sonra Kızılay kan almaya geliyor revire. Herkes sıralanmış, kendileri için hayırlı bir aktivite olan kan vermeye başlıyorlar. Soruyor bir hemşire ''Diyarbakır'dan gelmiştiniz değil mi? Orası nasıl karışık mı?'' diye. Kızılay görevlisi bir erkek ''Ortam çok gergin, akşamları çocuklar dışarı çıkıyor çok kaygılılar çok kızgınlar doğal olarak ama hepsi haklı bu kızgınlıklarında sanki. Bu verilen kanlara fazlasıyla ihtiyacımız oluyor orada.'' diye cevap veriyor. Hemşire çekiyor kolunu ve kan vermeden çıkıyor dışarı. Çardağa geçip sigara içmeye başlıyor, ''Bizim için tehlikeli olan insanlar hakkında nasıl da güzel yorumlar yapıyor'' diyerek. Mantıklı bir şekilde cevap vermeye çalıştığım an hor görülüyorum tekrardan. Daha insancıl bir açıdan bakmamız gereken bir durumun var olduğunu anlatmaya çalıştığımda sesim duyulmuyor, alt yazı çıkıyor ''Sokaktaki haine kanını vermek isteyen bölücü'' diye.
Danışmanlığını yaptığım her asker gergin, sözde barış bitti diye. Öldürmekten ve öldürülmekten korkan herkes boş gözlerle bana bakıyorlar belki morallerini arttıracak birkaç cümle söylerim diye. Tüm gün savaş tamtamları duyuyorlar çünkü alt yazıya gerek kalmadan. Çoğu okumamış yirmişer yaşında yüzlerce çocuğa birileri tüm gün bağırtıyor ''Her şey vatan için'' diye, ''Vatan sana canım feda'' diye. İnanmayarak, ''Güvende olduklarını, kendilerini kötü hissettikleri her an telefonumdan bana ulaşabileceklerini'' söylüyorum aramayacaklarını kendi kaygılarında bir girdapta boğulacaklarını bilsem de.
Aile danışma hattından her gün onlarca aile arıyor çocuklarına ulaşamayan. Başbakanın ve cumhurbaşkanının savaş tamtamlarında geçmeyen alt yazıyı anneler ve babalar yazıyor sanki bu aile danışma hattında ''Çocuğuma ulaşamıyorum, nerede çocuğum, bir sorun mu çıktı iki gündür beni aramıyor'' diyerek.
Barışın romantik dilini kullanabilen az sayıda insandan birisinin yazısını
okuyorum, röportajını okuyorum, ender de olsa televizyonda izleyebiliyorum ''Barış, barış, barış'' diye bağırdığı. Kendi içimde her gün bağırıyorum, her gün anlatmaya çalışıyorum barışın değerini bu kadar savaş tamtamı yapan insanların yanında. Suratıma tükürmek istiyorlar, kendilerine göre tipimin bozukluğuyla eşleştiriyorlar dinlemedikleri söylemlerimi, alt yazı hep aynı: ''Bölücü.''
Barışın romantik dili çok yorucu bugünlerde, hiç prim yapmıyor anaakım düşüncelerde. Olsun en azından güzelim içimde.
Korkuyorum ister istemez. Dışarı çıktığım bir akşam ötekileştirilmiş, yok sayılmış, öldürülünce sadece piş bir leş olarak anılacak insanlar tarafından öldürülüp ertesi gün bölücü olmayan hayırlı ve düşünceli insanların ağızlarından yemekler saçıla saçıla bir vatan evladımız daha şehit oldu denilebilmek için, içi boş bir amaç uğruna, kanlı araçlarla bir zarar göreceğimi düşünerek korkuyorum burada.